Çarşamba, Temmuz 22, 2009

dilemma




sene 97 mi, 98 mi şu anda kestiremiyorum... bir mahalle var, evler var hem de epeyce eski, insanlar var bazısı öğrenci bazısı emekli. kısaca yaşam var, sabahları çocuklar koşuşturuyor, akşamları müzik sesleri geliyor bekar evlerinin pencerelerinden. dönem bu gün gibi değil, kriz yok, tüketim toplumu olunmaya ilk adımlar atılmış... ama o ne! evlerin etrafında, yakınında bir büfe, tekel bayii veya gece yarısına kadar açık bir kuruyemişçi bile yok.

benim aklım daha avare, nede olsa üniversitedeyim ve liseden bir farkı yok benim için, neye güveniyorum, ne yapıyorum şu anda kestiremiyorum ama en ufak bir gelecek kaygısı taşımadan sadece derslerde alınan kıytırık notlarıma ve gezmeye konsantre olmuşum... aaa ama pardon yarın için yaptığım bir şey var harçlığımdan arttırıyorum ve 10 yıl sonra evleneceğim adamla gezip tozuyorum, buyurun size gelecek yatırımı...

yatırımımı yaptığım koc'a adayı benden daha olgun, daha bakan gören, daha gelecek yatırımcısı belki de daha sağlamcı... yarın ne olacağım diye düşünüyor, bakıyor, görüyor, araştırıyor, konuşuyor, tartışıyor. bunları yapmayı çok seviyor. aklına en çok yatan fikrin üzerinde epey bir duruyor ve sonunda tamam budur diyor ben bu mahalleye tekel bayii olan bir kuruyemişçi açıyorum... o mutlu ve kararından emin... ben şaşkın ilk defa gelecekten kaygılı...

büyüdüğüm sokak geliyor aklıma ve apdi ağabey, mahallenin 3 kardeş ortaklı bakkalı. diğer kardeşlerin hep başka başka işleri var apdi ağabeyin bir tek bakkalı. gece gündüz orada kah ekmek, kah kavrulmuş çekirdek kahsa bozulmuş peynir kokan karanlık ama temiz, havadar ama bana göre sınırları dar olan bakkalda. arkadaşları ise yandaki manav ve karşıdaki elektrikçiden ibaret, geçiriyor günlerini...

sonra aklıma apartmanın altındaki tüpçü geliyor. oğlu da benim gibi okuyordu, benimle yüzme antrenmanlarına geliyordu ama adı yoktu o tüpçünün oğluydu hem sokakta hem evde... sahi oda girebilmişmiydi üniversiteye? yoksa tüpçünün başına mı geçecekti?

birde saatçimiz vardı. ben kör zannederdim tek gözüne sıkıştırdığı büyüteç dürbünü yüzünden... 2, 3 haftada bir bir not asardı kapısına “2 gün yokum” diye... çocuk aklımızla bizim bile hayret ettiğimiz dilemması içinde hangi 2 gün yok biz daha çözemeden tekrar açardı dükkanını bozulan saatlerin ayağına gelmesini beklemek için...

yan yana biriktirdiğim bu anıları çağırınca beynim hemen itiraz mekanizmalarım çalıştı herhalde biz biz!! bakkal olmayacaktık olmamalıydık değil mi? herhangi bir dükkanda birileri gelsin de para kazanalım diye beklemeyecektik, beklememeliydik

belki koşullar, belki benim isteksizliğim durdurdu düşünen-uygulayan adam olacak çocuğu neyse ki sadece uygulayan kısmını aldı bir süreliğine ve düşünen olarak bıraktı.

benim yüzümden midir bilinmez farklı, hayalleriyle alakası olmayan iş hayatına başlattı onu, denemeleri belki zamansız belki tümden yanlış bir türlü tutturamadı ve istediği kendi olamadı...

durdu durdu durdu bir işe başlamaya karar verdi

gitti geldi sıkıldı bunaldı uğraştı başardı oldu olmadı derken farklı bir şeyler daha yapmak gerektiğine karar verdi...

bu gün “bana krem almak için ikinci işini yapıyor” esprisiyle hem severek hemde vakitsizlikten sonlandıramamakla şikayet ettiği büyümesi için dua ettiği işi öyle başladı...

yaşadıklarımız, gördüklerimiz, isteklerimiz, hayallerimiz.... hayatın gerçekleri, zorlukları, hamlelerin zamanlaması, bulunduğumuz durum ve konum... beni bile görerek bakmaya zorladı, kaçarak gitmeye ittirdiği gibi

tüm geçen yılların, yaşananlarla yaşanmak istenenlerin birikimiyle dün ikimizde bir patlama yaşamışız henüz 1. sınıf iç mimarlık öğrencisi ama 23 yaşına gelmiş kardeşinin karşısında... sanki biz hayata yeniden atılma şansını yakalamışçasına fikirlerimizi sıralıyoruz tek kaş havada

başta koc'a yükleniyor çocuğa şöyle yapmalısın böyle olmalısın şunu elde etmelisin diye, sesi çıkamıyor ne diyeceğini bilemiyor çünkü ben gibi farkında değil, gerçek hayatı bu değil en fazla 4-5 sene sonra başlayacak asıl yaşamı...

duruyor, dinliyor, kaşınıyor, buruşuyor, düzeliyor, karnını tutuyor ve sonunda patlıyor “ben baca şapkacısı olmak istemiyorum” diye.
 

ikimizde kalakalıveriyoruz haklı! ama koc'anın bahsettiği o değildi ki. ana fikri aşıp, atlayıp öneri kısmında daralmıştı daha. hata bizde yönlendirmek, uyandırmak içim sormadık ki ne olmak istiyorsun diye çocuğa

sonradan sorduk sormasına, işte burası bu gün için en acısı... hiç düşünmedim dedi... yine başladık yapabileceklerini kendi aklımızca sıralamaya. umarım çok geç susmamışızdır, onu konudan iyice soğutmamışızdır. biraz dursa düşünse yaşının olgunluğunu okulda kullansa kimse tutamayacak onu, buna bir uyansa!

0 fikir:

 
template by suckmylolly.com