Perşembe, Temmuz 23, 2009

küstüm

çok küstüm
koşuşturup, 
yorulup, 
kendimce fedakarlıklarda bulunarak 
mutlu olmak adına yürürken
duvara çarptığım için küstüm...


dünü yarın farklı olur belki diyerek geçirdiğim için 
küstüm
yarının bu günden farksız olacağını gördüğüm için 
küstüm

Çarşamba, Temmuz 22, 2009

dilemma




sene 97 mi, 98 mi şu anda kestiremiyorum... bir mahalle var, evler var hem de epeyce eski, insanlar var bazısı öğrenci bazısı emekli. kısaca yaşam var, sabahları çocuklar koşuşturuyor, akşamları müzik sesleri geliyor bekar evlerinin pencerelerinden. dönem bu gün gibi değil, kriz yok, tüketim toplumu olunmaya ilk adımlar atılmış... ama o ne! evlerin etrafında, yakınında bir büfe, tekel bayii veya gece yarısına kadar açık bir kuruyemişçi bile yok.

benim aklım daha avare, nede olsa üniversitedeyim ve liseden bir farkı yok benim için, neye güveniyorum, ne yapıyorum şu anda kestiremiyorum ama en ufak bir gelecek kaygısı taşımadan sadece derslerde alınan kıytırık notlarıma ve gezmeye konsantre olmuşum... aaa ama pardon yarın için yaptığım bir şey var harçlığımdan arttırıyorum ve 10 yıl sonra evleneceğim adamla gezip tozuyorum, buyurun size gelecek yatırımı...

yatırımımı yaptığım koc'a adayı benden daha olgun, daha bakan gören, daha gelecek yatırımcısı belki de daha sağlamcı... yarın ne olacağım diye düşünüyor, bakıyor, görüyor, araştırıyor, konuşuyor, tartışıyor. bunları yapmayı çok seviyor. aklına en çok yatan fikrin üzerinde epey bir duruyor ve sonunda tamam budur diyor ben bu mahalleye tekel bayii olan bir kuruyemişçi açıyorum... o mutlu ve kararından emin... ben şaşkın ilk defa gelecekten kaygılı...

büyüdüğüm sokak geliyor aklıma ve apdi ağabey, mahallenin 3 kardeş ortaklı bakkalı. diğer kardeşlerin hep başka başka işleri var apdi ağabeyin bir tek bakkalı. gece gündüz orada kah ekmek, kah kavrulmuş çekirdek kahsa bozulmuş peynir kokan karanlık ama temiz, havadar ama bana göre sınırları dar olan bakkalda. arkadaşları ise yandaki manav ve karşıdaki elektrikçiden ibaret, geçiriyor günlerini...

sonra aklıma apartmanın altındaki tüpçü geliyor. oğlu da benim gibi okuyordu, benimle yüzme antrenmanlarına geliyordu ama adı yoktu o tüpçünün oğluydu hem sokakta hem evde... sahi oda girebilmişmiydi üniversiteye? yoksa tüpçünün başına mı geçecekti?

birde saatçimiz vardı. ben kör zannederdim tek gözüne sıkıştırdığı büyüteç dürbünü yüzünden... 2, 3 haftada bir bir not asardı kapısına “2 gün yokum” diye... çocuk aklımızla bizim bile hayret ettiğimiz dilemması içinde hangi 2 gün yok biz daha çözemeden tekrar açardı dükkanını bozulan saatlerin ayağına gelmesini beklemek için...

yan yana biriktirdiğim bu anıları çağırınca beynim hemen itiraz mekanizmalarım çalıştı herhalde biz biz!! bakkal olmayacaktık olmamalıydık değil mi? herhangi bir dükkanda birileri gelsin de para kazanalım diye beklemeyecektik, beklememeliydik

belki koşullar, belki benim isteksizliğim durdurdu düşünen-uygulayan adam olacak çocuğu neyse ki sadece uygulayan kısmını aldı bir süreliğine ve düşünen olarak bıraktı.

benim yüzümden midir bilinmez farklı, hayalleriyle alakası olmayan iş hayatına başlattı onu, denemeleri belki zamansız belki tümden yanlış bir türlü tutturamadı ve istediği kendi olamadı...

durdu durdu durdu bir işe başlamaya karar verdi

gitti geldi sıkıldı bunaldı uğraştı başardı oldu olmadı derken farklı bir şeyler daha yapmak gerektiğine karar verdi...

bu gün “bana krem almak için ikinci işini yapıyor” esprisiyle hem severek hemde vakitsizlikten sonlandıramamakla şikayet ettiği büyümesi için dua ettiği işi öyle başladı...

yaşadıklarımız, gördüklerimiz, isteklerimiz, hayallerimiz.... hayatın gerçekleri, zorlukları, hamlelerin zamanlaması, bulunduğumuz durum ve konum... beni bile görerek bakmaya zorladı, kaçarak gitmeye ittirdiği gibi

tüm geçen yılların, yaşananlarla yaşanmak istenenlerin birikimiyle dün ikimizde bir patlama yaşamışız henüz 1. sınıf iç mimarlık öğrencisi ama 23 yaşına gelmiş kardeşinin karşısında... sanki biz hayata yeniden atılma şansını yakalamışçasına fikirlerimizi sıralıyoruz tek kaş havada

başta koc'a yükleniyor çocuğa şöyle yapmalısın böyle olmalısın şunu elde etmelisin diye, sesi çıkamıyor ne diyeceğini bilemiyor çünkü ben gibi farkında değil, gerçek hayatı bu değil en fazla 4-5 sene sonra başlayacak asıl yaşamı...

duruyor, dinliyor, kaşınıyor, buruşuyor, düzeliyor, karnını tutuyor ve sonunda patlıyor “ben baca şapkacısı olmak istemiyorum” diye.
 

ikimizde kalakalıveriyoruz haklı! ama koc'anın bahsettiği o değildi ki. ana fikri aşıp, atlayıp öneri kısmında daralmıştı daha. hata bizde yönlendirmek, uyandırmak içim sormadık ki ne olmak istiyorsun diye çocuğa

sonradan sorduk sormasına, işte burası bu gün için en acısı... hiç düşünmedim dedi... yine başladık yapabileceklerini kendi aklımızca sıralamaya. umarım çok geç susmamışızdır, onu konudan iyice soğutmamışızdır. biraz dursa düşünse yaşının olgunluğunu okulda kullansa kimse tutamayacak onu, buna bir uyansa!

Pazartesi, Temmuz 20, 2009

burnumun direği

sabah bir soru "sence işden direk spora gitsem miki?"
"git tabiki ooh"

akşam iş çıkışı benden soru "sen gidecek misin? bende yüzsem miki?
"yüz yüz aman iyi"

yüz, yıkan durulan
önce onun kartı desk demi die kontrolünü yap
potaya kafayı uzatıp
yine bir soru "ne zaman gelirsin bekleyelim mi yiyelim mi?"
"1 saate, yiyin siz"
gülümseme el sallama

annemlerde bamya pilav
benden soğuk çorba, zeytinyağlı biber dolma...
30 dakika geçmiş daha
telefonda arama

"korkma!!!
burnuma dirsek geldi oynarken
buradaki doktor hastaneye git dedi"

babamdan tepki "bizde gelelim...."

acil- kırık
poliklinik- ameliyat


perşembe akşamı indirim sms si
üzerine mağaza geziş

“belki bunları giyemem bile” serzenişi

cuma hastaneye yatış...
hastanede sorulardan sadece biri
“ailenizle mi yaşıyorsunuz?”
“yok, eşimle”....


bekleyiş gerginliği


abuk ameliyat hikayeleri

ben 3 cataflam, düşük tansiyon
o kimi ikna etsemde eve dönsem arayışı bakışı


8.30 dan 1.30 a bekleyiş
3.00 de masadan uyanılarak odaya çıkılabilen operasyon....


dinen baş ağrısı
konuşamayan hastamız
seslere kulağını açıp uyuyan refakatçi
uyuyamayan hasta
biraz asabi


sızlanmadan geçen
tamamen bitmesi beklenen iyileşme süreci

Salı, Temmuz 14, 2009

her anlamda başlangıç





Yere düşmeden parçalara ayrılmıştı durduğu yerde öylesine
Annemin verdiği mavi boncuktan bahsediyorum
Büyük, göz dolduran göz boncuğundan....









Sabah erkenden uyanıp pencereleri açmam, çayı koyup kendime bir filtre kahve yaparak omzumda kırmızı lacivert beyaz ekose desenli şalımla bahçeye adımımı atmam şaşırtıyor beni, hemde her sabah.
Evin içine dolacak olan çam kokusuna konsantre olarak serin, nemli havayı içime çekmek ayrı bir keyif veriyor. İçeride uyuyan 3 can'avarımın hayata sessiz sedasız sarıldıkları yarım saatlik bir mola bu bana. Çok değil 30 dakikam var, günü planlamak, kedi gibi gerinmek, bu günü dünden farklı kılabilecek anları düşünerek çiçeklerime göz gezdirmek.
Bu yaklaşık 3 senedir böyle. Büyük şehrin hengamesinden kurtulduktan sonra başladı bende, bir nevi benim için hayata sarılmak. Koşuşturmacanın içinde hayattan kaçma arzusuyla uyuyormuşum demek ki hiç kalmak istemeden öylesine...
Baştan başlamak gerek anlatmaya, peki içimden o günlere dönmek gelmiyorsa oraları bir çırpıda geçmek de gerek. Klasik bir hayat. Lisenin üniversiteyle sadece isim değiştirerek, yarına dair kullanışlı bilgilerin öğrenildiği değil, görev olarak amaçlanan diplomayı kazanmak için harcanan 16 yılın ardından ne oldum anlamadan başlanılan bir iş, gidip gelinen bir 15 sene daha... Her sabah kasları bile isyandan ağrıtan, yataktan kalkmaya engel, bazı kesim için hayallerin ötesinde, bazıları için vasat, benim için hedeflenmemiş benim hayatım...
Cesaret bende değil, tamamen o 30 dakikada uykusuna devam eden en büyük can'avarım K’ocamanımda.
Öyle olur mu, böyle olsa bize ne olur, sen sen olsan ben macera arasam, yok sen ve ben birlikte başlasak, ama senin işinde sağlam konuşmaları... Çevreden hayret nidaları taşıyan imalar, bakışlar içinde erimiş 1-2 teşvik edici cümlelikle geçen evlilik oyununun ilk 5 senesi. Takvimde 5, yaşamda bana 25 gibi hissettiren senelerin ardından faksla gönderilen istifalar, tamam gidip eşyaları en yakın zamanda toparlar getiririz düşüncesiyle yaşanılan kaçak, özgür, yerleşeceğini bilerek ama kendini normal hayattaki gibi zorlamadan geçirilen 3 ayın ardından yabancılaştığın doğup büyüdüğün şehre 1 haftalığına dönüş.
1 haftayı 4 güne sığdırıp yeni hayata yerleşmeye kaçış... Şimdilik bu kadarla kalsın bu kısım nede olsa ayrıntısını yazabilecek gibi olacağım bir ara....

Burada ilk yerleşik düzene geçişimiz bizi bile hayrete düşürecek şekilde hızlı ve eksiksiz oldu. Şehirdeki evimizde halen daha asamadığımız fotoğraflarımız, tablolarımız duvarlardaki yerlerini kendileri bulmuştu. Evin ruhu, bastıkça gıcırdayan ahşap kaplamadan mı, yoksa taş duvarların serinliğinden mi bilmem eşyaları dolayısıyla bizi de sarmıştı. 2 can'avarımızın ilk günleri, yanımızın yanında oturan, 70’lerini süren bir çiftin evinde torunlarıyla saklambaç oynama keyfi içerisinde otla, çimenle, ağaçla ve toprakla bir daha ayrılıp betonların arasında girmeyeceklerini bilmeden bizim ayağımıza da dolanmadan geçti. Benim üzerime gelen ferahlık, k’ocamana çöken sorumlulukla da tekrar dengeyi buldu.

 
template by suckmylolly.com